Pleasantville'in yönetmeni Gary Ross'un ikinci filmi olan Seabiscuit, efsanevi yarış atı
Seabiscuit'in gerçek hikayesini anlatıyor: Jeff Bridges'in canlandırdığı Seabiscuit'in sahibi
Charles Howard, boksörlükten gelen ve kısmi kör olan jokey Red Pollard ve seyis Tom Smith ile
birlikte kimsenin başarılı olmasına ihtimal vermediği Seabiscuit'in tarihi başarılar kazanmasını
sağlarlar.
Gary Ross'un olayları gerçek hikayeye sadık kalarak aktardığı filmde Seabiscuit'i başarıya
taşıyan üçlünün başlangıçtaki umutsuzluğunun ve olayların geçtiği 1930'ların Amerika'sının
buhranlı atmosferinin altı çiziliyor.
Neredeyse tüm varlığını kaybetmiş eski bir milyoner olan Howard, boksörlükten jokeyliğe uzun ve
zorlu bir geçiş dönemi yaşayan Pollard ve şehir hayatına ve yeni işine adapte olmakta güçlük
çeken kovboy Smith'i bir araya getiren ve bir anlamda umutsuzluğun içinde umudu bulmalarını
sağlayan Seabiscuit'i başarıya taşıma hayali gerçekleştiğinde dönemin ekonomik sıkıntı ve buhran
içindeki Amerikan toplumuna önemli bir moral kaynağı olmuştu.